11 Oca 2012

OKTAY SİNANOĞLU İLE SÖYLEŞİ 1



'Emperyalizmin hiç eskimeyen sömürü aracı dildir'
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri olan, Türk kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog Oktay Sinanoğlu, “küçük Amerika” haline getirilen Türkiye'nin içinde bulunduğu tehlikeli durum hakkında gazetemiz adına Osman Şahin'in sorularını yanıtladı. 
Sayın Hocam, bütün dünya ‘Türk Aynştayn’i Oktay Sinanoğlu’ olarak tanımaktadır sizi. Öncelikle söyleşi için size teşekkür ederek başlamak istiyorum.
12 Ekim 1492 de Kristof Kolomb, Karayib Adalarına ayak basıyor ve defterine ilk gün şöyle bir kayıt düşüyor: “Arawaklar çok içten ve candan insanlar. Her şeylerini bizimle paylaşıyorlar. Onları kolayca Hıristiyan yapabiliriz, ucuza kullanabiliriz.”
Kolomb’un ‘ucuza kullanabiliriz’ sözünün altında nasıl bezirgân bir kişilik yatıyor.  Sonuçta, Karayip adaları ile Küba halkını İspanyollar yok ediyorlar. Bu soykırıma bulaşıcı hastalıklar, zorla köleleştirme ve melezleştirme yardımcı oluyor.  
İspanyollar; Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarını yağma ediyorlar. Som altından yapılmış eşsiz sanat eserlerini, heykelleri eriterek külçe haline getiriyorlar ve gemi ambarlarına doldurarak İspanya kralına yolluyorlar. Yerli halkı ise yeraltı madenlerinde ölesiye çalıştırıyorlar. Kültürlerini, uygarlıklarını, kütüphaneleri yok ediyorlar, kitap ve el yazmalarını yakıyorlar. İspanyol papazları ‘şeytan yüklü kitaplar bunlar, sayfaları şeytan ilhamlarıyla doludur diyerek yakıyorlar’. Böylece, Orta ve Güney Amerika halklarının sanat, edebiyat ve tarih kaynakları ortadan kaldırılıyor. Avrupa ve İspanya'da ne kadar tarihi saray, müze ve kilise varsa temellerinin harcında İnka, Aztek ve Maya uygarlıklarından çalınan altın ve gümüş vardır.

 Cahil papazlar ‘ruhlarını temizlemek, ruhlarını şeytanlardan arındırmak için’ yüzbinlerce yerliyi toplu halde ateşe atıyorlar. Kısacası, Kolomb’un Amerika kıtasına ayak basışından sonraki 150 yılda katledilen yerli sayısı, İkinci Dünya Savaşı'na katılan devletlerin kaybından fazla olmuştur. Bu büyük kıyımı anlatan Maya, Aztek, İnka ve kızılderili sözlerden bazılarını okuyorum:
‘Suların ötesinden geldiniz. Sizin olmayan bu toprakları almak istiyorsunuz. Bu ülke benim. Ben burada yetiştim. Anam, babam ve atalarım da öyle. Burada kalacağım.’

‘Halkımın üzerinde yürüdüğü toprak satılmaz.’

‘Milletimizin bir zamanlar yüce olan büyük boyları nerede. Beyazların hırsı ve baskısı sonucu, yaz güneşi yiyen karlar gibi eridiler, gittiler.’
‘Bu yaptığınız bir cinayettir. Neler hissettiğimi sana söylemek için, bende yok ettiğin dilim yerine senin dilinde konuşmak zorunda olmam bir cinayettir.’
‘Eğer beyazlar kazanırsa bu bir savaştır, eğer Kızılderililer kazanırsa bu bir katliamdır.’
‘Her şey gider, toprak ve dil kalır’
 Sayın Hocam, bu konularda neler diyeceksiniz? 
'Dil giderse toprak da gider’. Türkçe giderse Türkiye gider. Emperyalizmin hiç eskimeyen sömürü aracı ‘dil’dir. Kılıç ve haç arkadan gelir. Bir millet diliyle hisseder, tadar ve duyar. Bir milleti millet yapan dili ve dinidir. Dil olmazsa insanın belleği, kişiliği gelişmez, yüreği duymaz. Bir dilin büyüklüğü matematiğe yakınlığı ile ölçülür. Matematiğe ne kadar yakınsa, o dil o kadar büyüktür. Türkçe işte böyle büyük bir dildir.  Bilim evrenseldir diyorlar, eksik bir anlatımdır bu. Bilimin yöntemi evrenseldir yalnızca. Bilimde ne yapılacağına karar verilen güç ulusal kültür ve gönüldür. Bir insanın iç yeteneklerini geliştirebilmesi için iç âleminin geliştirilmesi lazım. Yani akılla birlikte yüreğini, gönlünü de geliştireceksin. Akıl her zaman gönlün emrinde olmalıdır.
  
Batılılar duygularını asla belli etmezler. İngiliz ve Alman dilinde vicdan kelimesinin karşılığı yoktur. Çünkü vicdanları yoktur. Din kitapları da öyledir. Mesela Tevrat, özünde tam bir katliam reçetesidir. Dil meselesine gelince: Fransızlar Suriye ve Hatay’ı alınca, yaptıkları ilk iş, eğitimi Fransızca yapmak olmuştur. Atatürk, Hatay’ı alınca eğitimi tekrar Türkçeleştirmiştir. Bugün işgal altındaki Irak Kerkük te Kürtlere Kürtçe, Türklere İngilizce ile eğitim veren Türk kökenli cemaat okulları vardır. Türkleri ikiyüzelli kelimeyle konuşan tarzancaya teslim ediyorlar. Oysa, tarzanın ülkesi bitmiştir.

 İngilizler, İrlanda da İngilizce okullar açtılar. Ve iki kuşak sonra İrlanda dili yok oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında harıl harıl İngilizce eğitim yapılıyor. Kendi elimizle ve paramızla misyoner çocuklar yetiştiriyoruz. Yazıktır. Türk dünyasının kıyımıdır bu. Birkaç kuşak sonra da Türkçe melez bir dil olur çıkar.
Kimsenin diline karşı olunmamalıdır. Her dil bir kültür zenginliğidir. Bir dil yüzlerce, binlerce yılda oluşuyor. Bütün diller soluk almalı, yaşamalıdır. Ancak, her ülkenin resmi dili o ülkenin çoğunluğunun dili olmalıdır. Fransa da eğitim dili Fransızca olmasaydı, Fransa beş parçaya bölünürdü. Ülkemizde Kürt vatandaşlarımızın, kendi dillerinde eğitim görmesini kışkırtan ABD ve AB ülkelerinde,  milyonlarca Türk'ün yaşadığı Almanya'da Türkçe eğitim görmeleri yasaktır. Emperyalizmin hiç eskimeyen sömürü aracı ‘dil’dir.

 -Bugün Latin Amerika'da yirmiye yakın ülkenin ana dilleri İspanyolca ve Portekizcedir. Eski Portekiz sömürgesi Brezilya’nın ana dili Portekizce,  Fransa’nın eski sömürgeleri Haiti, Ruanda, Fildişi sahillerinin ana dili Fransızcadır. Jamaika, Karayip adaları, Bahama ve Honduras’ın dilleri İngilizcedir. Beyazlar gelmeden önce bu halkların kendilerine özgü pagan dinleri ve dilleri vardı. Bugün, dilleri ve dinleri unutturulmuş, zorla Hıristiyanlaştırılmışlardır. Emperyalistler, günümüzde bilim ve teknolojiyi de kullanarak sömürüye devam etmektedirler.
Hocam, makale ve konferanslarınızda, ‘ABD bitiyor. AB enkaz haline geldi. Türkiye bu enkaza mı girmek istiyor?’ diye soruyorsunuz. Bu sorunuzu biraz açarmısınız?

ABD'ye ‘Azmanistan’ diyorum. Dünyanın başına bela olan Azmanistan.  ABD nin nüfusu 300 milyondur. Bu nüfusun 299 milyonu sıfır çeker. Eğitim ve kültür düzeyi düşüktür. Liseyi bitirenler doğru dürüst okuma yazma bilmiyorlar. Günlük hayatta en çok kullandıkları sözcük ‘how much’ yani ‘kaç para’ dır. Merhamet ve acıma yoktur. Herkes birbirini kazıklayıp geçinmeye çalışıyor. Dürüst insanlar vardır elbet. Şimdi bu beleşten geçinme eğilimi Türkiye'ye de gelmiştir. ‘Küçük Amerika olacağız’ diyenlerin hayalleri gerçekleşmiş görünüyor.

ABD'de yazarlar halkın eğitimsizliğine ve ona yapılan haksızlıklara seslerini çıkarmazlar. Çoğu Pentagon’a, ABD ordusuna çalışırlar. ABD'de vahşi kapitalizm, yani ‘Wall Street’ yasaları geçerlidir. ABD'yi finans dünyasındaki kişiler yönetirler. 299 milyon insan  Wall Street’in kölesidirler.

'Paralı asker acımasızdır'

-2003 yılı Nisan ayında New York’ta oturan Türklerin düzenlediği Köy Enstitüleri paneline katılmıştım. Kızım Buket Şahin Manhattan adasının güney ucunda yer alan Wall Street deki New York borsasına götürmüştü beni. Kızılderi kökenlidir Manhattan kelimesi. Beyazlar adayı Kızılderililerden 25 cente almışlar. Duvar anlamına gelen Wall Street, kölelik döneminde Afrika dan zorla getirilen siyahiler için inşa edilmiş gerçek bir duvardan almaktadır ismini.

 -Başkan Bush, 11 Eylül den sonra patriot ‘yurttaşlık’ hukukunu öne çıkardı. Ve bu hukukla vahşi kapitalizm iyice vahşileşti. Başkan Bush, ulusa seslenişinde bu yasayı şöyle vurguladı:  

‘İyi yurttaş olmak için, çok alışveriş yapın, çok araba kullanın…’

-7-8 milyon işsiz ve aç insanın yaşadığı ülkemizde bizim başbakan Erdoğan’ın, ‘en az üçer çocuk yapınız’ demesi gibi...

-Evet. IMF ülkelere zorla borç verir. Verdiği borcun nerelere harcanacağını da kendisi belirler. IMF den borç alan devlet, borcu vaktinde ödeyemezse o ülkenin ulusal kaynaklarına el koyar. Brezilya, Malezya ve Rusya IMF ye olan borçları yüzünden sürünüyorlardı. Sonra IMF ye tavır koyarak borçlarını kapattılar. Kendi ulusal kalkınma modellerine döndüler ve üç yıl içinde %8 büyüme hızına ulaştılar. Batı âlemine tıp bilimini biz öğrettik. Evrenkent (üniversite) batıya bizim Uygur Türklerinden gitmiştir. Benim çalıştığım Yale Üniversitesi'nin mimarisi, bizim Karatay Medresesi'nin mimarisi örnek alınarak yapılmıştır.
Anadolu halkının dilinde doktor kelimesi değil, hekim kelimesi vardır. “Lokman hekim” türküsü vardır. ABD'deki doktorlar hekim değil, doktordurlar. Trafik memurları gibi hastaya reçete yazarlar.
'İyi yurttaş olmak için alışveriş yapın!'
-Özgün Türk sistemi olan Köy Enstitüleri (1940-1946)  vardı. Köy enstitüleri Türklerin dünya eğitim sistemine önemli bir katkısıydı. Yoksul köy çocuklarını alarak okutuyorlardı. Fırsat eşitliğinden yanaydılar. Yaparak ve yaşayarak öğrenme metodu vardı. Ben Köy Enstitülerinde okumuş şanslı köy çocuklarından biriyim.   
-Bugün en kötü eğitim sistemi batının batısı, batının batışıdır. Vakıf ve türbe kavramları da bizden geçmiştir batıya. Vakıflar kutsaldır. Vakıflara ait mallara, mülklere, yani halkın mallarına dokunulamazdı. ABD'liler vergi kaçırmak için 1940ların sonunda vakıf sistemini kurdular. Rockefeller gibi. ABD Irak ve Afganistan daki askerleri için günde bir milyar dolar harcıyor. Ordusu paralı askerlerden oluşmaktadır. Paralı asker acımasızdır. Girdiği ülkede her türlü zulüm ve gaddarlığı yapar. Paralı oldukları için sorumlu tutulmazlar. Süper güç diye bilinen ABD halkının yarısından çoğunun sağlık sigortası yoktur. Bebeklerin de. Ama aynı ABD, Irak ve Afganistan da katliam yapmak için günde bir milyar dolar harcıyor ve içi boşaltılmış bir özgürlük ve demokrasi lafıdır gidiyor. Bir ülkede ne yoksa en çok ondan söz edilir. Mesela Başkan Obama’nın fazla bir yetkisi yoktur. ABD de başkanlık okun ucuna takılan temrenden farksızdır. Asıl mekanizma oku ve yayı geren güçtür. Amaç küresel hâkimiyettir.  “Küresel tam hâkimiyet, Pentagon’un yazıp yönettiği gizli raporun gerçek adıdır. Emperyalizm, başka ülkelerde neler yaptıysa, bizim ülkemize de aynısını yapmaktadır. Örneğin, DNA'sı değiştirilmiş gıdalar, domuz gribi, kuş gribi ilaçlarıyla psikolojik savaşlarla yeryüzü insanlığını bir kobay gibi kullanmak, gıdaların genleriyle oynamak, ruhbilimsel savaşlarla nüfusu yok etmek gibi. Afrika da AIDS, uzakdoğu da kuş gribi, Meksika da domuz gribi, çocuk felci virüsleri gibi. Son yıllarda ABD de Florida eyaletindeki Hava üssüne yakın bir yerde ‘Özel Hareket Ve Ruhbilimsel Savaş Üniversitesi’ kurdular.  Bu üniversite de uzun ve devamlı araştırmalarla, ince hesap ve yöntemlerle bir ülke savaşmadan, silah kullanmadan, tek kurşun atmadan nasıl ele geçirilir, bunun hesapları yapılıyor. 
Ülkemiz onlar için psikolojik savaşın en kolay uygulandığı yerlerden biridir. Florida daki ‘‘Özel Hareket Ve Ruhbilimsel Savaş Üniversitesi’ nden Türkiye ye yollanan pek çok stajyerler ve uzmanlar vardır. Örneğin, Filipinler kılcal damarlarına kadar işgal edilmiştir. Kendini başka ülkelerin kültürüyle kaybedenler her zaman kaybetmeye mahkûmdurlar.

 Akvaryumdaki balık...

-Sayın hocam, siz ABD'de yıllarca kaldınız. ABD'nin iç yapısı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 Günümüz ABDsindeki Dick Cheney ve çevresini şöyle anlatmak isterim: Dick Cheney ve çevresi bir çetedir. Bu çete ABD halkını soydu. Dışişleri Bakanı Condolezza Rice bakan olmadan önce bir petrol şirketinde danışmandı. Bush’un seçim kampanyasını Rice’in şirketi destekledi. Bush tekrar seçilince Condolezza Dışişleri bakanı olunca petrol şirketlerine vergi muafiyeti sağlandı. Cheney’in danışmanlığını yaptığı Halliburton adındaki inşaat şirketi  ise Irak’taki üs ihalelerini aldı. Savunma Bakanı Rumsfeld ise, kuş gribi için ilaç ve aşı üreten dev bir ilaç şirketinin yönetim kurulundaydı. Kuş gribi, domuz gribi, salgınlar icat edilince aşı satışları patladı, Rumsfeld çok zengin oldu. ABDnin devlet anlayışı sömürgecilik ve katliamcılığa dayalıdır. Ve işin acı yanı T.C. nin hala böyle bir devletten medet umuyor olmasıdır. Bir kere Batı toplumlarında Bir kere Batı toplumlarında kendinden olmayanı insan saymama anlayışı vardır. Batının ülkesi ırkçıdır. ABD de zencilere ve Kızılderililere karşı, Almanya da Yahudilere karşı, günümüz Almanya ve Hollanda’sında da Türklere karşı ırk ayrımcılığı yapılmaktadır. Irkçılık batı ülkelerinin köklerinde vardır. Hıristiyan yobazlığını da bunlara katmamız gerekiyor. Ülkemizdeki ücretli, kontörlü ABD düdükleri, ABD'yi hala yeleli bir aslana benzeterek, ülkemizi ABD nin elinde kalan son kulu ve kölesi olarak tutmak istiyorlar.
Akvaryumdaki balık, akvaryumda olduğunu bilmez. Türkiye akvaryumdaki balık gibidir. Dışarıdan içeriye istenilen yemler atılıyor, gerekli bilgiler veriliyor ama istenilmeyenler duyurulmuyor.
Wall Street Patronları
Mesela,  “Federal Reserve” denen ABD Merkez Bankasının asıl sahibi devlet değildir. ABD Merkez Bankası 5 bankerden oluşuyor. Banka onların malıdır. 1905 ten beri bu böyledir. Merkez Bankası'nın başkanını devlet seçmiyor. Beş banka kendi aralarında karar vererek, içlerinden birini ‘başkan’ diye atarlar. Mesela, eski Merkez Bankası Başkanlarından Greenspan vardı. Herşey bu adamın iki dudağı arasındaydı. Az konuşurdu. Paranın inip çıkacağını yalnızca o beş kişi bildiği için onlara hiçbir şey olmazdı. Borsanın her iniş çıkışında bu 5 banker trilyonlarca doları alır, götürürlerdi. Olan bitenlerden habersiz olan ABD halkı da milyarlarca dolar parasını kaybederdi. Ama Amerikan halkının bundan en ufak haberi yoktur. Federal Rezervin para basma yetkisi vardır. Para arzını, faiz oranlarını 1912 yılından beri istedikleri gibi ayarlarlar. Bunun adı ‘Demokrasi’ oluyor. Nasıl bir demokrasidir bu? Federal Rezervin başkanı seçilmiyor. Başkanlık seçimlerinde de Nasreddin Hoca’nın: ‘Parayı veren düdüğü çalar’ sözünde olduğu gibi harcanan milyonlarca dolar rol oynar. Seçim kampanyalarında harcanan bu paraların kaynağını kimse bilemez, gizlidir.
Bunun neresi demokrasidir?
Başkan Clinton, çok sevdiğim, takdir ettiğim bir insandır. Sinirleri sağlamdır. Ama yumuşak tavırlıdır. Yale üniversitesini birincilikle bitirmiştir. ABD başkanı olunca özenle hazırladığı kalkınma planını uygulamak istedi. Başkanlık makamına oturur oturmaz derin bir düş kırıklığına uğradı. ABD yi arka plandan yöneten gizli gücün eski yöneticilerinden Rubin’i başdanışmanı olarak Clinton’ın yanına taktılar. Clinton, ona, hazırladığı iktisadi kalkınma planını anlatmaya başlayınca, Rubin ‘Hayır, bunları yapamazsın diyerek Wall Street patronlarının buyruklarını iletiyor. Clinton şaşırıyor. ‘Ne? Nasıl? Ben ABD Başkanıyım, şimdi o birkaç orospu çocuklarının emirlerine mi uyacağım?’ diye çıkışınca Rubin sinirlenmiyor. ‘Aynen öyle yapacaksınız’ diyor. Ve Başkan Clinton, Wall Street patronları yüzünden istediği hiçbir şeyi yapamadı. Verilen emirleri yarım yamalak yerine getirmek zorunda kaldı. Wall Street patronları Irak’ın o zaman işgal edilmesini istiyorlardı. Clinton Afganistan ve Irak’ı bombalatmaktan öteye geçmedi.4

'Mortgage ile kalkan mor-gıçla oturur'
-Bizim yöneticilerimiz de, Washington da yağmur yağsa, Ankara güneşinde şemsiyeyle dolaşıyorlar. Türkiye de ipotekin karşılığı ‘mortgage’ kelimesine halkımız mor-gıç diyor. ‘Mortgage’ ile kalkan mor-kıçla oturur. Bu konuda makale bile yazdım.
Wall Street de fırsatçı birkaç büyük dev şirket Goldman Sachs, Lehman Brothers, Citi-Group halkın milyarlarca dolarlık borç senedini paketlediler. Hem kendi ülkelerine sattılar, hem yabancı ülkelere. ABD halkının bütün emeklilik birikimleri böylece eridi gitti. Halk borçlarını ödeyemez hale geldi. ABD nin geliri yığınla borç senedinin tahvil olarak satılmasından başka bir şey değildi zaten. Üretim dibe vurmuştu, sıfırdı. Bugünün ABD sinde ne alırsan al, hepsi Çin malıdır.
Çin ABDye milyonlarca dolarlık borç para veriyor. Nasıl veriyor? Çin ABD ye çok mal sattığı için, elinde milyarlarca dolar birikiyor. Çin de bu parayla ABD den devlet tahvili alıyor ve ABD ekonomisine sıcak para sağladı. ABD dolarını bir süre güçlü tuttu ki elinde milyarlarca doların değeri düşmesin diye. O arada kendi para birimi olan Yunan’ın değerini kasıtlı olarak düşük tuttu. Yuan’ın düşük kalması Çin’in ihracatını körükledi. 1.3 milyar Çin nüfusunun işsiz kalmasını önledi ama şimdilerde yabancı ülkelere borç para vermeme kararı aldı. Yabancı ülkeden kastı ABD idi. ABD ekonomisi titanik gibi batarken Amerikan yöneticilerini görülmemiş bir telaş aldı.
Aslında yeni bir şey yok
Nitekim, OBAMA’nın hükümetinde Dışişleri olan Hillary Clinton, seçilir seçilmez soluğu Çin de aldı. Oysa o güne kadar hiçbir ABD ve Avrupa Dışişleri bakanları ziyaret önceliklerini Çin’e yapmazlardı.
Artık ABD ekonomisi temelden batmıştır. Yoktan bir şey var edilemez. Halkın çoğunluğunun hazır yemeğe alıştırılması, kafa yapısı, iş ahlakının bozulması, komşunun komşuya güvenmemesi ve artan cehalet bu çöküşü hızlandırdı.
Ünlü ‘General Motors’ battı ve devletten yardım dileniyor. Nasıl batmasın ki! Kimse araba alamıyor, alabilen de artık ABD arabası istemiyor. Daha az masraflı Asya üretimi araba alıyor. Günümüz ABDsinde bir yerden bir yere arabasız gitmek mümkün değildir. Çare olarak ABD, General Motors’u devletleştirdi. Batan bankaları para basarak devletleştirdi.
Yıllardan beri “Hür Dünya”, “Serbest Piyasa” ekonomisi, devleti küçültelim, herşeyi özelleştirelim diye bağıranların içine düştükleri çukura bakın siz! Günümüz Amerika’sı tersine dönmüştür. ABD halkına acıyorum. Bizim ülkemizde sıkça söylenilen ‘ne olacak bu memleketin hali’ sözü şimdilerde en çok Amerika da söylenir oldu: ‘ne olacak ABD nin hali’…Artık kuyruğuna yapışılan, tüyleri dökülmüş ABD aslanı uyuz olmuştur, sizlere ömür…Bunun adı ‘Yeni Dünya Düzeni’ dir. Aslında yeni olan hiçbir şey yoktur.
'Seçim sandıkları birer oyundur'
-Sayın Hocam, sizin de çok iyi bildiğiniz ülkemizdeki seçim ve sandık olayına değinmek istiyorum. Halk özgür, laik, akılcı bir eğitimden geçirilmemişse hala ortaçağ kalıntılarının, tarikatların, şeyhlerin ve toprak ağalarının etkisi altındaysa, orada yapılan seçimlerde, sandıklardan gericilik ve emperyalizm çıkacaktır. Ülkemizde seçim sandığı insan aklının yerine geçmiştir. Sandık ve sandıktan çıkma herşeydir. 35-40 yıllık hırsızı, ahlaksızı seçim sandığına sokup çıkardığınızda tertemiz oluyor. Dünya da bizdeki kadar bir paklayıcı seçim sandığı daha yoktur. Sözün burasında ünlü mizah yazarı ABD li Mark Twain’in şu sözleri aklıma geliyor: ‘Halkın oylarıyla seçilmiş bazı kişileri gördükçe sürüngenlere saygım artıyor. Bu arada it köpek sevgisi başladı bende.’ Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş savaşında, halkın önüne seçim sandığını koymuş olsaydı, sandıktan Atatürk’ün görüşleri değil, padişah ve işbirlikçi Damat Ferit hükümetinin adamları çıkardı. 2010 yılında ülkemizde hala 7-8 milyon okuma-yazma bilmeyen insan vardır. Bunlar parmak basarak oy kullanıyorlar hala. Yani parmakla ülkemizi yönetiyorlar.Adnan Menderes’in 1950li yıllarda, Zonguldak’ta söylediği şu sözler geliyor aklıma: ‘Demokrasi odur ki, 100 amelenin oyu, 99 profesörün oyundan iyidir.’ 100 amelenin oyunu alanlar, 99 profesörü yönetebilirler mi Hocam?  ABD de seçimler böyle mi yapılıyor?
100 amele değil 99 profesörü, tek bir profesörü dahi yönetemez. Seçim sandıkları birer oyundur. ABD de seçimler birer acı hikayedir. Seçimleri hangi parti kazanırsa kazansın, aslında hükümetleri birkaç büyük dev şirketle az sayıda oluşan, genel de perde arkasında duran, çete diyebileceğimiz bir şirketler takımı yönetir. Avrupa ülkelerinin devamı böyledir. 1946 seçimlerinden beri adım adım kolay bir lokma haline gelen Türkiye’yi söylememe gerek yok.
'Bir sürü yarı cahil aydın var'
-Sovyetlerin 1990larda yıkılıp dağılmasından sonra, ortalığa ‘Yeni Dünya Düzeni’, ‘Küreselleşme’ diye bir salgın hastalık çıkarıldı. Size göre nedir küreselleşme?
ABDnin parasının üzerinde yazan ‘Yeni Dünya Düzeni’ aslında hiç te yeni değildir. Bush ve yandaşlarının uygulamaya koyduğu, başka ülkelerin insanlarını asla insandan saymama, dünya kaynaklarının üstüne oturup ülkeleri işgal etme, katliamlar yapma işi, aslında ta 1700 ler de bütün ayrıntılarıyla yazılmış ve hazırlanmış bir planın devamıdır.
‘Özelleştirme’ sözcüğü, bizden önce İngiltere ve ABD de çıktı. Özelleştirme sözcüğünün hemen arkasından ‘Küreselleşme’ lafı çıktı. Herkes ‘özelleştirme-küreselleştirme’ demekten başka bir şey demez oldu. Ardından kavramlar kargaşası yaşandı. ‘Medeniyetler Çatışması’, ‘Büyük Ortadoğu Projesi – BOP’ gibi kavramlar üretildi.
-Başbakan Erdoğan’ın bir Amerikan projesi olan BOP için: ‘Ben BOP’un eş başkanıyım’ diye övündüğü proje...  
Halkları birbirine kırdırıyorlar
Evet, ve böylece Türkiye de, dünya da küreselleşti. ‘Dilinden, kimliğinden, ordundan ve dininden vazgeçeceksin, ulus devletinden vazgeçeceksin’ diye dayattılar insanlara. Basın-yayın ve görsel medya da sabah akşam yapılan bu beyin fırtınası, ruhbilimsel anlamda yapılan büyük bir savaşın bir diğer yüzüdür. Ülkemizde buna inanan bir sürü yarı-cahil aydınlar ve gazeteciler vardır.
-Sayın Hocam, yöneticilerimizin bir tür kıblesi sayılan ABDnin tarihinden biraz söz edermisiniz?
ABD şimdiye kadar yaptığı anlaşmaların hiç birine uymamıştır. Onlarda anlaşma ‘uymamak’ için yapılır. Ta en başta, Amerika kıtasının gerçek sahipleri Kızılderililere, zencilere ve gittikleri her yerde halklara zulüm yapmışlardır. Kızılderililer 300yıldır savaşların çoğunluğunu kazanmalarına karşın, ABD imzaladığı anlaşmalara uymamış, Kızılderilileri hep aldatmış, kandırarak topraklarını ellerinden almışlardır. Milyonlarca Kızılderili’yi kesmişlerdir. Kızılderililerin: ‘Beyaz adam çatal dille konuşuyor, yılan dilliler’ atasözleri meşhurdur. Yardım etme bahanesiyle çiçek hastalığından ölen yüzlerce beyazın üzerine serdikleri battaniyeleri kızılderililere vermişler, böylece en ufak bağışıklığı olmayan kızılderililerin yüzbinlercesinin ölmesine bilerek neden olmuşlardır. Aynı Amerikalılar, Batı Afrika dan köle olarak getirdikleri milyonlarca zenciye ‘Kunta Kinte’ muamelesi yapmışlardır. 1960 lara kadar Alabama da zenci olmak bir küfür kadar ağırdı. Siyahla beyaz aynı lokanta da yemek yiyemez, aynı otobüslere binemezlerdi. Binseler de zenciler arka bölümlere oturmak zorundaydılar. Aynı ABD liler ‘Kuzey-Güney’ iç savaşında birbirlerine karşı son derece acımasız davranmışlardır. Vietnam da yapmadıkları zulüm kalmamıştır. Honduras, Dominik Cumhuriyeti, Arjantin, Şile gibi ülkelerde içeriden kışkırtarak askeri diktatörlükler kurdurmuşlar, halkları birbirine kırdırmışlardır.
ABD'nin bilinenlerin ötesinde olan iç yüzüyle ilgili çarpıcı tespitler yapan Oktay Sinanoğlu,
“süper güc” ün başta Türkiye olmak üzere, 3.Dünya ülkelerine yönelik planlarına değindi

'Türkiye'de bu gerçekler daha yeni mi öğreniliyor?'
-Sayın hocam, ABD'yi 200'e yakın şirket ve ailenin yönettiğine özellikle vurgu yapıyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Rotshild ailesi, Almanya da, İngiltere de, Fransa da, ta 1700'ler de bankalar kurmuş, yönetmişlerdir. Bu ailede temel kural şudur: Bir ülkenin parasına hakim olursanız o ülkeye hakim olursunuz, kral olmaya gerek yoktur. Rockefeller ailesi, yıllardan beri ABD'nin iç ve dış siyasetinde ve özel sektörde çok etkili bir ailedir. Dört erkek kardeşten, David ve Nelson etkin olarak politikayla ilgilenmişlerdir. Rockefeller Vakfı ve ona bağlı diğer vergiden muaf dernekler ve vakıflar fazla ön plana çıkmadan, fazla görünmeden, Henry Kissinger, Brzezinski gibi kişilerin koruyuculuğunu yaparak işlerini yürütmüşlerdir. 1970'lerde “Yeşil Devrim” adı altında, petrol atıklarından kimyevi gübreleri tarım kesimine sokmayı başararak, özünde hiç yeşil olmayan sonuçlarla bizim ülkemiz de dahil, bütün üçüncü dünya ülkelerinin topraklarını kısırlaştırmışlar, mahvetmişlerdir.
Daha sonra da moleküler biyoloji yoluyla tohumların kalıtımının değiştirilmesi işlerini destekleyerek, dünya nüfusunun yiyeceklerini denetim altına alarak, nüfusun azaltılması çalışmalarına katılmışlardır. Nüfus olarak kalabalık, maden, petrol gibi doğal kaynakları zengin Türkiye, Nijerya, Meksika, Brezilya ve Endonezya gibi ülkeleri hedef almışlardır.
Brezinski gibi kişiler, Rockefeller’in kurduğu güçlü komisyon aracılığıyla, 1990'larda, küreselleşmesi maskesi altında “Yeni Dünya Düzeni” için çalışmışlardır.
De Gaulle nasıl düşürüldü?
ABD dolarının arkasında 1970'lere kadar altın vardı. Nixon-Kissinger aracılığıyla kalktı bu. O zamanlara kadar dolarların üzerinde ‘parayı bankaya götürünce karşılığında altın alabilirsin’ yazısı vardı. Vietnam yenilgisinden sonra ABD ekonomisi fena çuvalladı.
Fransa Devlet Başkanı De Gaulle, ABD yayılmacılığına karşıydı. “Kâğıt paraları basıp basıp her yeri alıyorlar” diyordu. De Gaulle, ABD'ye, “elinde bulunan dolarlar karşılığı altınlarımı isterim” dedi, ama ABD bunu kabul etmedi. Çünkü elindeki altınlar yetmezdi. Elindeki altından çok, kağıt para basmıştı.
Bunun üzerine Başkan De Gaulle’in başına, bütün Avrupa’ya yayılan 1968 öğrenci olayları işi sarıldı. Herkes 1968 öğrenci olaylarının kendiliğinden bir hareket sanır. Hayır, gençlik hareketlerini sahte solculukla kışkırtan ‘Red Cohen’ adında bir ajandı. O zaman binlerce kasetin gençlere dağıtıldığını Fransa'da herkes biliyordu. ‘Red Cohen’ kışkırtıcı olarak görev almıştır. Dağıtılan o kasetlerin CIA tarafından ABD'nin ‘CBS’  televizyonunda hazırlandığı ortaya çıkmıştır. Sonradan Fransa'da bunu herkes öğrenmiştir. Sonuçta De Gaulle, dolara karşı çıktığı için düşürülmüştür.
1968 Paris gençlik olaylarından 20 yıl sonra, İsviçre'de ahbaplar la konuşuyoruz, derken söz döndü dolaştı Cohen Bendit’e geldi ve onun için  “İsviçre Kültür Bakanı oldu” dediler. Kültür ve eğitim ile ilgili kitaplar da yazmıştı. Cohen Bendit Kültür Bakanı olur olmaz ‘özgürlük’ ayağına, uyuşturucu kullanmayı ve uyuşturucu satışını serbest bırakmış. Ve uyuşturucu kullananların sayısı on misli artmış. Zengin, düzgün aile çocukları her gün kollarına uyuşturucu iğnelerini basıyorlar.
Bir zamanlar ajan olarak kullanılanlar vakti gelince bir kenara çekilseler ya, hayır, kültür bakanı oluyorlar ve ülkenin gençlerini sözümona “özgürlül” adına morfinliyorlar. Cohen Bendit bunlarla da kalmadı ve Avrupa Birliği'nde Türkiye’nin üyeliği ile ilgili işlerden sorumlu oldu. Çok küstah ve saygısızın biridir. Türkleri hakir ve aşağı görüyor. “Şunu şöyle yapın, böyle yapın” diyerek bir Türk Televizyonu kanalında konuşmasını gördüm, izledim.
Ülkemiz Türkiye'de de buna benzer kışkırtmalar olmuştur. Sağ ve sol birbirine kırdırılarak, eritilerek 12 Eylül 1980'lere gelinmiştir.
Meksika'da 1970'lerde dostlarla dertleşiyordum, “benim ülkem Türkiye'de sağ ve sol birbirine kırdırılarak ABD'nin işlerini kolaylaştırdıklarını” söyledim, şaşırdılar: “Türkiye'de bu gerçekler daha yeni mi öğreniliyor? Güney Amerika'da her ülkede olmuştur, sokaktaki adam bile bilir bu gerçeği” dediler.  Türkiye'de ise yıllarca Amerikan parmağının karıştırıldığı bu işlerin kimse farkında olmadı.
Yumuşak güçle işgal
-Sayın hocam, anlattıklarınızdan bir kez daha öğreniyoruz ki ülkemizin başına gelen kara belaların hiçbiri kendiliğinden olmamıştır. Süper güçler tarafından düzenlenen çok ince, psikolojik sindirme tezgahlarının sonucudur bunlar.

Hem de ne tezgâhlar! Yalnızca bizim ülkemizde değil, bütün güney ve orta Amerika ülkelerinde yapılmıştır bu. Bu tezgâhın adı ‘Yumuşak Güç’ tür.
Bir ülke iki yöntemle ele geçirilir: Biri ‘Yumuşak Güç’ diğeri ‘Kaba Kuvvet’ yöntemidir.
Harpler, işgaller kaba kuvvet yönteminin örnekleridir. Bu tür işgallerde insanlar ölür, çok büyük maddi kayıplar verilir. ‘Yumuşak Güç’ ile ele geçirme yönteminde ise, askerler ölmez, bombalama, uçak, tank olmaz. İşgal edilmekte olan ülkenin öz kaynakları, petrolü, madenleri, gittikçe gönüllü hale gelen yurtseverlik duyguları yerine yurt satıcılığını kendine meslek edinen öz evlatlar kullanılır.
Bu tür yumuşak güç yöntemleri, İngiliz, Fransız ve ABD sömürgelerinde pek çok kez kullanılmıştır. Yumuşak güçle uyuşturulan milletler, millet olmaktan çıkarlar, kuru kalabalıklara dönüşürler, sürüleşirler. Yumuşak güçle işgal, bir ülkenin milli bağışıklık sistemini çözer, bozar ve çürütür. Devlet de bozulur, başkalarının devleti olur. Ama sokaktaki vatandaş hala devleti var sanır. Evet devlet var, var olmasına ama artık senin devletin değildir. Böyle ülkeler de ilkin aydınlar, yazarlar, bilginler susturulur, ya da satın alınırlar, ya da öldürülürler.
Türkiye uzun yıllardan beri yumuşak güç yöntemiyle ele geçirilmiştir. Makas, özellikle eğitim, kültür ve dile atılmıştır. Bu, Türkiye’ye en büyük ihanettir. Türkiye bugün sömürülerden de aşağı bir duruma düşürülmüştür.
Bu tür yumuşak güç yöntemleri, İngiliz, Fransız ve ABD sömürgelerinde pek çok kez kullanılmıştır. Yumuşak güçle uyuşturulan milletler, millet olmaktan çıkarlar, kuru kalabalıklara dönüşürler, sürüleşirler. Yumuşak güçle işgal, bir ülkenin milli bağışıklık sistemini çözer, bozar ve çürütür.
Moleküler biyoloji dalının dünyadaki ilk profesörlerinden Oktay Sinanoğlu: İşte Batı'nın gerçek yüzü budur. Müslümanları 'teröristler' le aynı kefeye koyuyorlar. Bütün bunlar, ABD'nin 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin birer parçasıdır.

Emperyalizm sahteyi yaratmakta ustadır
-Sayın hocam, yıllardan beri sömürgecinin diliyle eğitim-öğretim yapılıyor ülkemizde. Bunun sonucu olarak etnik dillerde de eğitim yapılmalı dayatmaları var. Ülkemizdeki Kürtçü parti bunların en başındadır. PKK, Kandil Dağı kampındaki suçlu militanlarını Kürtçe yargılayamıyor.  Kürtçe hukuk dilleri pek gelişmemiş çünkü. Yıllarca Lübnan’ın Bekaa vadisinde yüzlerce PKKlı gerilla ülkemizi vurmak için eğitim yapıyor. Bu kamptaki eğitimlerini, konferanslarını, yemek ve eğitim çizelgelerine kadar Türkçe söylediler, Türkçe yazdılar. Ama bugün aynı PKK'nın yasal görünümü olan Kürtçü parti, ABD ile AB'yi de arkalarına alarak okullarda Kürtçe eğitim verilmesini, mahkemeler de Kürtçe eğitim yapılmasını istiyorlar.
Ayrıca son birkaç yıldan beri, 90 yıl önce olan, sözüm ona bir “soykırım” lafıdır gidiyor. Her yıl 24 Nisan yaklaşınca, Türkiye’ye bastırıyorlar: “soykırım yasasını kabul edin” diye.
1915 den 1995 yılına kadar soykırım sesi hiç çıkmıyordu, sonra birden düğmeye basıldı. Çeşitli ülkelerde Türkiye aleyhine bir soykırım yasası çıkarıldı, çıkarılıyor. Sonra, “düşünce özgürlüğü” konusunda kendilerini bir numara sayan Fransa ve İsviçre'de, “Hayır, soykırım yapılmamıştır” diyenlere cezalar verildi, veriliyor. Bu kadar alçaklık, bu kadar ilkellik inanın ortaçağda bile olmamıştır. Bu kararlarla Türkiye zor durumlara düşürülmek isteniyor. İşte batının gerçek yüzü budur. Müslümanları “teröristler” le aynı kefeye koyuyorlar. Bütün bunlar, ABD'nin “Büyük Ortadoğu Projesi”nin birer parçasıdır.

Maceristan'ı 100 bin dolara hallettim
Bir de “Soros” olayı vardır. Soros bir konuşmasında açıkça “Macaristan’ı yüzbin dolara hallettim. Rusya biraz pahalıya maloldu” demiştir. Soros’un yaptıkları yeni bir şey değildir. Bütün dünyada biliniyor. Şimdi de Türkiye'de faaliyet yürütüyor. Belli ki Kafkaslar ve Orta Asya'da iç karışıklıklar çıkartarak, duruma göre darbeler yaptırtarak sözümona demokrasi getirmek istiyor. Bu uygulamaların Türkiye'de yapıldığından hiç kuşkum yoktur.
Emperyalizm girdiği ülkenin her kesiminin sahtesini yaratmakta mahirdir. Sahte cemaatler, sahte milliyetçiler, beyinleri iğdiş edilmiş sahte solcular, sahte dinciler, bunlarla ülkemizi içeriden bitirmek istiyorlar.
Sahte olarak yaratılan türban bunlardan biridir. Onlar türbana baş örtüsü diyorlar. Türban başörtüsü değildir, başörtüsü Anadolu halkının yüzlerce yıllardan beri kullandığı bir örtü biçimidir. Ülkemizdeki dinci yalancılar “Avrupa Birliğine girince başörtüsü serbest olacak” diye yalanlar uydurdular. Anadolu Müslümanlarını AB siyasetini desteklemeye çağırdılar. Hâlbuki AB'deki Fransa ilk türban yasağını koyan ve uygulayan bir ülkedir. AB hakkındaki yalan haberler kasıtlı çıkarılıyor. O arada da Türkiye yok edilmek isteniyor.
Türban meselesi 1970l'i yıllardaki sağ-sol meselesi gibi milleti birbirine düşürmek için 1980l'erin başlarında icat edildi, gündem de tutuldu.
Din meselesi...
Din meselesi, insan ruhiyatında çok hassas ve etkili bir konudur. Yüzlerce yıldan beri dini inançlar sömürülmüş, çarpıtılmış, toplumların bozulması için kullanılmıştır. Oxford'da İslam, mezhepler, dinler ve diller konusunda uzman bilim adamları vardır. İngiliz yurtsever ajanları buralarda yetiştirilip Müslüman olarak, sarık giydirilerek İslam ülkelerine ajan diye yollanmıştır. Bu ajanların en bilineni, filmi de yapılan Lawrence’dir. Diğeri, Türkiye’de tüm eğitimde İngilizce Türk okulları tohumunu eken Mr. Browning’dir. 
Browning, bu görevindeki başarısı yüzünden İngiliz Kraliçesi'nden madalya almıştır.
İngilizler sahte mezhep Vahabiliği kurmuşlardır. Hocaefendilerden birini kandırarak 20 yıl üzerinde çalışmışlardır. Yanına İngiliz hanım ajanları takmışlardır. “Senin kıymetini bilmiyorlar, sen peygamberliğini ilan et, biz seni destekleyeceğiz” diyerek İslam’ın kalbi olan Hicaz, Mekke, Medine'de sahte mezhep Vahabiliğini kurdurmuşlardır. Bu ince plan uzun vadeli fakat düşman için en etkili yol olmuştur.  
Vahabiler 1.Dünya Savaşı'nda Osmanlı’ya karşı ayaklandıkları zaman, Arabistan'daki 500 bine yakın Türk askerini kesmişlerdir. O zamanki Vahabilerin torunları, şimdiki Suudi Kral ailesidir. İngiltere ve Amerika’ya çalışan sahte Kral ailesi.

-Sayın hocam, 12 Eylül den sonra Almanya’daki Türk işçileri için gönderilen din hocalarının maaşlarını Türkiye değil, Suudi Krallığına bağlı “Rabıta” örgütü vermiştir. Ağzınıza, dilinize sağlık Sevgili Hocam. Teşekkür ederim.
Sahte cemaatler, sahte milliyetçiler, beyinleri iğdiş edilmiş sahte solcular, sahte dinciler, bunlarla ülkemizi içeriden bitirmek istiyorlar. Sahte olarak yaratılan türban bunlardan biridir. Onlar türbana başörtüsü diyorlar. Türban başörtüsü değildir, başörtüsü Anadolu halkının yüzlerce yıllardan beri kullandığı bir örtü biçimidir.




Hiç yorum yok: